28 Kasım 2008 Cuma

SOSLU PAŞA KÖFTE



MALZEMELER

KÖFTE İÇİN:
250 gr. kıyma
1 dilim ekmek içi
1 soğan rendesi
1 yumurta sarısı
1 tatlı kaşığı köfte baharı
(Ben köfte baharını sevmediğim için kekik, karabiber karışımı kullandım.)
1-2 dal maydanoz
1 çorba kaşığı sirke
Tuz
SOSU İÇİN:

1 çorba kaşığı margarin. (Ben tereyağı kullandım.)
1 çorba kaşığı un
1 çay bardağı su
1 çorba kaşığı dolusu sirke
1 çay bardağı ceviz
2 diş sarımsak.

YAPILIŞI:

Kıyma, soğan rendesi,ekmek içi, baharat, yumurta sarısıve ince kıyılmış maydanozu iyice yoğurarak köfte yapın. İstediğiniz şekilde, az yağla kızartın. Bir tavada un ile yağı kavurun. Rendelenmiş sarımsak,sirke ve suyu oyup koyu ayran kıvamında bir sos yapın. Köftelerin üzerine kestirin. Ceviz serpip servis edin.


Not: Paşa köfte, Ayşe Tüter'in verdiği bir tarif. Sos, şahane bir sos ancak sirkesi benim damak tadıma göre fazla keskin geldi. Bir dahaki sefere daha az sirke ile deneyeceğim. Siz de denemelerinizi kendi damak zevkinize göre yapabilirsiniz.

KURDELE İŞİ PANO


2 sene evvel kurdele nakışı kursuna gitmiştim. O zaman bu panoyu yapmıştım. O zamandan beri de kurdele işi ile ilgili bir şey yapmadım. Esasında çok çabuk üreyen bir iş. Çok da zevkli. Oluşturduğunuz her çiçeği sanki siz yaratmışsınız gibi zevk alıyorsunuz. Sanırım bu ara yine kasnakları, kurdeleleri ortaya dökeceğim.

21 Kasım 2008 Cuma

KEREVİZ ÇORBASI

Can hiç kereviz yemedi. Yemez de. Açıkcası ben de pek sevmem ama ne yapalım ki onunyemesi lazım. Ben Can'a yediremediğim sebzeleri çorba şeklinde yediriyorum. Kerevizi de nasıl çorba olarak yedireyim derken normal zeytinyağlı kereviz gibi pişireyim. İçine un kavurayım bakayım nasıl olacak dedim. Denedim. Eeee fena da olmadı. En azından ben sevdim. Can da yedi. Babamız yiyince ''Bunda kereviz tadı var'' dedi. Ben de hık mık '' Iııı biraz'' deyip geçiştirdim. İşte tarifi

MALZEMELER

2 orta boy kereviz
1 patates
1 havuç,
1 çay bardağı zeytinyağı
1 portakal
yarım limon
tuz, karabiber

2 çorba kaşığı tereyağı
2 çorba kaşığı tepeleme un


İlk önce 2 kerevizi soyup, portakal suyu ve limon suyu ile harmanlayın. Patates ve havucu çabuk pişsinler diye ufak ufak doğrayın. Kereviz, patates, havuç , zeytinyağı tuz ve karabiberi tencereye alıp suyunu ekleyip haşlayın. Tüm malzemeler pişince blender'dan geçirin.

Diğer tarafta tavada tereyağını eritip, unu kavurun. Kavrulan unu da çorbanıza ekleyin.
Yine blender'la karıştırmaya devam edin. Çorbayı iyice blendırdan geçirdikten sonra
hafif ateşte unun tadının iyice kaybolması için, 5 dakika hafif ateşte pişirip servise alın.

Böyle yağmurlu bir günde de camdan etrafı seyrederek sıcak sıcak çorbanızı için.

15 Kasım 2008 Cumartesi

KAHVALTIDA PİŞİ




Geçen Cumartesi ertesi günün kahvaltısı için farklı bir şey yapmak için araştırma yaparken pişi tarifine rastladım.





Kayınvalidemlerde bunu sık sık yapar. Fakat ben nasıl yapıldığına hiç dikkat etmiştim.


Tarifi okudum. Kendi kafama göre takılıp, bir şeyler kotardım.


Fena da olmadı hani.


Annem der ki her zaman '' Seni sen söyleme. Eller söylesin.''


O yüzden güzel oldu diyemiyorum.





Malzemesini veriyorum.





PİŞİ

2 bardak un

1 bardak su

1 paket instant maya

tuz

Kızartmak için yağ.

YAPILIŞI

İlk önce suyu ılıtıp mayayı ekleyip iyice karıştırıp erimesi için bekleyin. Maya eriyince 2 bardak una öne tuz, sonra mayayı ekleyip yoğurun. Ekmek hamuru kıvamında olması gerek. Eğer hamurunuz elinize yapışıyor ise un ekleyerek kıvamı ayarlayın. Herkesin bardağının ölçüsü farklı o yüzden kıvam farklı olabilir. Sonra yuvarlak parçalar koparıp yassılaştırın. Kızgın yağda kızartın.

Afiyet olsun.

7 Kasım 2008 Cuma

GAM-ZEDEYİM DEVA BULMAM



Ah şu akasya var ya şu akasya neler hatırlattı geçen akşam bana. Ne ağlattı beni.


Ne düşünüyordum bilmem.

Nerden aklıma geldi bilmem.

Birden çocukluğumuzda, Bakırköy'de oturduğumuz evin balkonunun önündeki akasya ağacı aklıma geldi. Ne güzel balkondu. Ne güzel, ne heybetli bir ağaçtı diye düşünürken. O balkonda yaşadıklarım aklıma geldi.

Babamla o balkonda baba kız konuşurduk. Öyle güzel şeyler anlatırdı ki bana. Hiç çocuk yerine koymazdı. Dert ortağı gibi, ruh eşi gibi konuşurdu. O beni anlardı. Bilirdim. Ben de onu.

Babam çiçekleri çok sever, onları anlatırdı bana. ''Çiçek profesörü diye kart yapıcam sana'' derdim. Yine, bu hasbıhal ettiğimiz gecelerden birinde bana başlıkta yazdığım Türk Sanat müziği parçasını öğretmişti.

Ezbere bildiğim ilk Türk Sanat Müziği parçası.

Gam-zedeyim deva bulmam.

Garibim bir yuva kurmam.

Kaderimdir hep çektiğim.

İnlerim bir reha bulmam.

Hey hey...

Elem beni terk etmiyor.

Hiç de fasıla vermiyor.

Nihayetsiz müteakiben doğrusu ömür yetmiyor.


Sonra baba kız olarak artık hiç böyle özel anlar paylaşamadığımızı düşündüm, ağladım. Hayat gailesi.. Çocuk, ev işi, okul falan derken herkes kendi gailesinde.

Sonra karşı komşularımızı hatırladım.

Karşı komşularımız bir ermeni ailesiydi.

Bir kızları, bir oğulları vardı. Mari ile Jilbert . Aileleri Jilbert'e Jibo derdi. Benden büyüktü. Ama benim arkadaşımdı. Mari, amcamın kızı Nurten ablama yaşça denkti. Jibo'yla ben balkonda oynarken, onlar aşk meşk dedikodularındaydı.
Mari bir Türk'e aşıktı.
Mehmet.

Mehmet'in de Mari'nin de ailesi olmaz diyorlardı bu aşka.

Kavga yoktu, gürültü yoktu, saygısızlık yoktu aralarında ama olmazdı.

Bizim ailemizde olmaz diyordu.

Biz Marileri seviyorduk. İyi komşularımızdı. Onlar da bizi seviyordu. Akşamları misafirliğe giderdik, gelirdik. Ben Jibo'yla oynardım. Ablam Mari'nin can dostuydu. Onlar bize paskalya'da renkli yumurtalar ve paskalya çöreği verirdi. Biz bayramlarda onlara ziyarete giderdik. Kurban eti verirdik .

Ama olmazdı. Mari ile Mehmet'in işi olmazdı.

Büyük aşktı.

Mehmet askere gitti.

Mari onu uğurlamaya gitti.

Yağmurlu bir gündü. Mari eve gelene kadar elinde şemsiye ''Uçtu kuşum uçtu'' diye ağladı.

Geldi bi postada ablamla bizde ağladı.

Başına gelecekleri herhalde tahmin etti de bu kadar ağladı. Ailesi onu Yunanistan'a kaçırdı.

Sonra biz Bakırköy'den taşındık.

Yıllar sonra hikayenin sonunu öğrendik.

Doğru mu tevatür mü bilmem.

Mehmet defalarca Mari'ye mektup yazmış. Ama Mari cevaplamamış. Meğer ailesi vermemiş mektupları, Mehmet umudu kessin diye. Mari de, Mehmet de yıllarca evlenmemiş. Sonra yıllar sonra Mari bir gün çıkagelmiş. Mehmet'i aramış. Mehmet bir gece evvel evlenmiş.

Sarılmışlar, ağlamışlar. Mehmet boşanayım demiş. Mari kabul etmemiş.


Bu hikayeyi hatırlayıp bir postada buna ağladım.


Sonra nedir bu ''Gam-zedeyim deva bulmam''? Ne demek diye merak ettim.

İnternet de araştırdım.

Kemani Tatyos efendiye ait bir esermiş.

Gamzedeyim değil gam-zedeyimmiş aslı.

Yani depremzede gibi. Dertlerle doluyum manasında.


Şarkıyı bir daha dikkatle Barış Manço'nun sesinden dinledim. Gariplik ve fakirlik içinde bir hayat sürüp ölen Kemani Tatyos efendi'nin hayatını okuyup bir ona dertlendim, bir de genç yaşta ölen Barış Manço'ya.


Eee be akasya ağacı, Eee be Kemani Tatyos efendi.


Sen bana ne yaptın?

5 Kasım 2008 Çarşamba

HAYATIMDAN GEÇENLER DEDİK YA.



İşte bu ara hayatımızdan Can'ın anaoukuluna başlamasıyla beraber yandaki resimde görülenler geçmeye başladı.

Can'ın burnu tıkanıp, boğazında sıkıntılar yaşamaya başladıktan sonra bayağı bir mücadele ettim. Bu sefer hastalığı antibiyotiksiz yenecektim. Kararlıydım. Çorbalar, ıhlamurlar, meyve suları, odayı nemlendirme, rapor alıp dinlenme falan derken. Olmadı. Olduramadım.


Hani Şener Şen'in Çıplak Vatandaş filmindeki yüz ifadesi ile sonunda yenilgiyi kabullendim.

Ve sonunda ilaçla tedaviye başladık.


Demek ki vücut hala tek başına hastalığı yenecek güce ulaşmadı.


Çocuklar bu tip hastalıklara 6 yaşında bağışıklık kazanıyormuş. Ben bunları söyleyen annelerin yalancıyım. Ama düşündüm de galiba ben de 6 yaşından sonra ilkokulda pek hastalanmadım.


Umarım öyledir.


HAYAL

Bugün posta kutuma böyle bir yazı düştü.
Hoşuma gitti. Paylaşmak istedim.
Ben de bu durumu defalarca yaşadım hayatımda.
Hayal edilen şey, insana yaşam hırsı veriyor.
Eğer hayalin olmazsa hırsında olmuyor, geleceğe yönelik umudundan doğan planında.
Bence gerçekleştiğinde, defalarca hayal kırıklığına uğrasak da, hayali olmalı insanın.
Bence hayalsizlik, geleceksizlik demek.
Kenarı köşesi defalarca düşüp kırpık kırpık olsun ama hayalin olsun .
...........................................................................

Adamın biri, her mehtaplı gecede alır başını deniz kıyısına gidermiş Dönüşünde sorarlarmış:
- Ne gördün?
-Dünya güzeli deniz kızları gördüm, altın saçlarını gümüş taraklarla tarıyorlardı, dermiş hep.
Bir gece yine tek başına deniz kıyısına vardığında, gerçekten dünya güzeli deniz kızları görmüş, altın saçlarını gümüş taraklarla tarıyorlarmış.
Döndüğünde yine sormuşlar :
-Ne gördün?
- Hiç demiş. Hiç bir şey...

Oscar Wilde'ın yukarıdaki harika öyküsünü ilk okuduğumda ortaokuldaydım ve ne demek istediğini anlamamıştım. Daha sonra unutmuşum. Yıllar sonra rastladığım Haldun Taner'in bir sözü bana öyküyü hem hatırlattı hem de ne demek istediğini çok çarpıcı bir şekilde gösterdi. Şöyleydi söz :
Bir hayalin gerçek olması kadar hayal kırıcı bir şey yoktur.
Düşünüyorum da hepimizin böyle hayalleri var mutluluğumuzu bağladığımız, gerçekleşene kadar yaşamı sanki ertelediğimiz. Acaba hiç düşünüyor muyuz bu istediğimiz her neyse,gerçekleştiğinde iyi mi olacak. Bir düşünürün hep aklımda tuttuğum bir sözü vardır.
Bütün dualarımı kabul etmediği için Allaha şükrediyorum.
Belki de daha az üzülmeliyiz gerçekleşmeyen hayallerimiz için. Belki de aslında sevinmemiz, mutlu olmamız gereken bir şey için gözyaşları döküyoruzdur. Belki de olaylara bir de bu açıdan bakmayı artık öğrenmeliyiz...
Sadece hakkınızda hayırlı olan hayallerinizin gerçekleşmesi dileğiyle...