7 Kasım 2008 Cuma

GAM-ZEDEYİM DEVA BULMAM



Ah şu akasya var ya şu akasya neler hatırlattı geçen akşam bana. Ne ağlattı beni.


Ne düşünüyordum bilmem.

Nerden aklıma geldi bilmem.

Birden çocukluğumuzda, Bakırköy'de oturduğumuz evin balkonunun önündeki akasya ağacı aklıma geldi. Ne güzel balkondu. Ne güzel, ne heybetli bir ağaçtı diye düşünürken. O balkonda yaşadıklarım aklıma geldi.

Babamla o balkonda baba kız konuşurduk. Öyle güzel şeyler anlatırdı ki bana. Hiç çocuk yerine koymazdı. Dert ortağı gibi, ruh eşi gibi konuşurdu. O beni anlardı. Bilirdim. Ben de onu.

Babam çiçekleri çok sever, onları anlatırdı bana. ''Çiçek profesörü diye kart yapıcam sana'' derdim. Yine, bu hasbıhal ettiğimiz gecelerden birinde bana başlıkta yazdığım Türk Sanat müziği parçasını öğretmişti.

Ezbere bildiğim ilk Türk Sanat Müziği parçası.

Gam-zedeyim deva bulmam.

Garibim bir yuva kurmam.

Kaderimdir hep çektiğim.

İnlerim bir reha bulmam.

Hey hey...

Elem beni terk etmiyor.

Hiç de fasıla vermiyor.

Nihayetsiz müteakiben doğrusu ömür yetmiyor.


Sonra baba kız olarak artık hiç böyle özel anlar paylaşamadığımızı düşündüm, ağladım. Hayat gailesi.. Çocuk, ev işi, okul falan derken herkes kendi gailesinde.

Sonra karşı komşularımızı hatırladım.

Karşı komşularımız bir ermeni ailesiydi.

Bir kızları, bir oğulları vardı. Mari ile Jilbert . Aileleri Jilbert'e Jibo derdi. Benden büyüktü. Ama benim arkadaşımdı. Mari, amcamın kızı Nurten ablama yaşça denkti. Jibo'yla ben balkonda oynarken, onlar aşk meşk dedikodularındaydı.
Mari bir Türk'e aşıktı.
Mehmet.

Mehmet'in de Mari'nin de ailesi olmaz diyorlardı bu aşka.

Kavga yoktu, gürültü yoktu, saygısızlık yoktu aralarında ama olmazdı.

Bizim ailemizde olmaz diyordu.

Biz Marileri seviyorduk. İyi komşularımızdı. Onlar da bizi seviyordu. Akşamları misafirliğe giderdik, gelirdik. Ben Jibo'yla oynardım. Ablam Mari'nin can dostuydu. Onlar bize paskalya'da renkli yumurtalar ve paskalya çöreği verirdi. Biz bayramlarda onlara ziyarete giderdik. Kurban eti verirdik .

Ama olmazdı. Mari ile Mehmet'in işi olmazdı.

Büyük aşktı.

Mehmet askere gitti.

Mari onu uğurlamaya gitti.

Yağmurlu bir gündü. Mari eve gelene kadar elinde şemsiye ''Uçtu kuşum uçtu'' diye ağladı.

Geldi bi postada ablamla bizde ağladı.

Başına gelecekleri herhalde tahmin etti de bu kadar ağladı. Ailesi onu Yunanistan'a kaçırdı.

Sonra biz Bakırköy'den taşındık.

Yıllar sonra hikayenin sonunu öğrendik.

Doğru mu tevatür mü bilmem.

Mehmet defalarca Mari'ye mektup yazmış. Ama Mari cevaplamamış. Meğer ailesi vermemiş mektupları, Mehmet umudu kessin diye. Mari de, Mehmet de yıllarca evlenmemiş. Sonra yıllar sonra Mari bir gün çıkagelmiş. Mehmet'i aramış. Mehmet bir gece evvel evlenmiş.

Sarılmışlar, ağlamışlar. Mehmet boşanayım demiş. Mari kabul etmemiş.


Bu hikayeyi hatırlayıp bir postada buna ağladım.


Sonra nedir bu ''Gam-zedeyim deva bulmam''? Ne demek diye merak ettim.

İnternet de araştırdım.

Kemani Tatyos efendiye ait bir esermiş.

Gamzedeyim değil gam-zedeyimmiş aslı.

Yani depremzede gibi. Dertlerle doluyum manasında.


Şarkıyı bir daha dikkatle Barış Manço'nun sesinden dinledim. Gariplik ve fakirlik içinde bir hayat sürüp ölen Kemani Tatyos efendi'nin hayatını okuyup bir ona dertlendim, bir de genç yaşta ölen Barış Manço'ya.


Eee be akasya ağacı, Eee be Kemani Tatyos efendi.


Sen bana ne yaptın?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder